1928 yılında Engin KUDUĞ’un dedesi Halil Mehmet KUDUĞ tarafından yaptırılmış aile apartmanın ana giriş kapısı üzerinde Osmanlıca rakamlarla 1928 yılını gösteren bir kitabesi mevcut. Apartman Engin Kuduğ’a ait, üç katlı apartmanın en üst katında yaşıyor. Kendisi müzisyen ve besteci olduğu için odanın birinistüdyo olarak kullanıyor.
“Çocukluğumdan beri müzikle ilgilendim. Sonra annem bir klavye alınca kendimi geliştirdim” diyor. Annesi Bergama’da yaklaşık elli yıldır Bergama Yardım Sevenler Derneği Başkanlığını yürütmüş olan kimsesiz, yetim ve fakir çocukların yardımına koşan Mukaddes Kuduğ, Bergamalıların Mukaddes anası olarak tanınıyor. Bizim konutu ziyaret ettiğimiz zamanda onu kaybedeli henüz birkaç ay geçmiş. “Bu ev bizim halamdan, amcamdan ve babamdan yadigâr. Kendi çocukluğum burada geçmedi aslında. Daha sonra büyüyünce, farkındalığım da artınca burada yaşamaya karar verdim. Burası kiradaydı çocukluğumda. Ama kirayı almaya geldiğimizde sürekli incelerdim. Bilhassa yüksek tavanları beni çok etkilerdi. İstanbul deneyimlerim ardından yani dört sene sonra buraya yerleştim. Mekânı olabildiğince koruyarak kendimce döşedim. Biraz tuvalette değişiklik yapıldı, tescil öncesinde. Koruma Kurulundan gelen uzmanlar teşekkür ettiler evi koruduğum için.” diyor Engin Bey. “Geleneksel yaşamın huzuru önemli, onu duyumsamak için burada yaşıyorum.” diyor torun Engin KUDUĞ, “Plastik sevmem” diye de ekliyor. Geniş saçak kullanımı, dışa taşkın birimlerle hareketlendirilmiş bir cephe ve sivri kemerli ana girişi ile I. Ulusal Mimarlık akımını yansıtan apartman, 19.yüzyıl sonunda başlayan ve cumhuriyetin ilk yıllarını kapsayan bir zaman diliminde üretilmiş pek çok farklı biçime evrilerek çeşitlenen bir örnek. Bulunduğu konum tek tük tarihi dokuyu barındırsa da, genel olarak komşu evlerin apartmana dönüştüğü ve bu konutla karşılaşınca gerçekte tarihi bir dokuda olduğumuzu anladığımız bir etki yaratıyor, bölge özelinde. Evin banisi Halil Mehmet UDUĞ, manifaturacıymış. Aydın’ ın Karacasu İlçesi esas memleketleriymiş. Çankaya’da manifatura için mağaza alınca ve işler gelişince artık İzmir’de yerleşik hale gelmişler. “Babam doktor olup gelince İzmir’e bu evde tekrar yaşamış, halalarımla birlikte. Hatta hala çocuklarım da bu evde doğup büyüdüler. Şimdi ben de bu anılara saygıyla içinde yaşamayı sürdürüyorum. Kız kardeşim de bir alt katta yaşıyor,” diyor. Keyifli besteleri eşliğinde müzikten söz ederek tamamlıyoruz söyleşimizi.
Engin KUDUĞ Evi (Küçükyalı)
Sabri ve Mahide ÖZÇOBAN Evi (Bergama)
Konut; tek katlı ve girişi merdivenlerle ulaşılan içe çekilmiş nişli bir kapı ile sağlanıyor. Bodrum katı var. Bodrum katında ayrıca ana cepheden sağlanan bir kapısı ve pencereleri mevcut… Cepheden baktığınızda giriş katı simetrik bir düzende. Ana kapıdan girince sofa ve ona açılan iki karşılıklı oda görülüyor.
Muazzez SEZER Evi (Mordoğan)
Mordoğan’da özgün özelliklerini koruyan birkaç konuttan biri Muazzez Sezer’in Evi. Tanışıyor ve sohbet ediyoruz. Evin öyküsünü sorunca paylaşıyor bildiklerini. “Anneannem gelin girmiş bu eve. Çocuklar çok seviyor burasını. Hiçbir şeyi bozmadık. Benim çocukluğumda bu ocakta ısındık. Hala kullanıyoruz.”
Mordoğan Köyü’nün denizci kimliğini ortaya koyan önemli bir veri de Erken Osmanlı Dönemine ait harika kalem işi ve duvar resimlerine sahip Ayşe Camisi. Kitabesi özgün olmasa da, Vakıflar Müdürlüğü’nce caminin üzerine yerleştirilmiş olan Latin harfli kitabe levhasında; Ayşe Kadın adındaki bir bani tarafından 14.yüzyılda inşa ettirildiği belirtilen caminin kadınlar mahfilindeki kalem işleri üzerindeki grafittilerde tekne resimleri yer almaktadır. Bu grafittiler; kocasını denize yollayan kadınların onların tekrar evlerine dönebilmesi için çizildiği ve bir dua seremonisini akla getirmektedir.
Bahçeden bir odaya giriyorsunuz. Muazzez hanım “Burası giriş kat, kışlık yaşam alanı” diyor. Birgi’nin dış sofalı evlerindeki avlunun içeriye alındığı üstünün kapatıldığı bir düzen dikkatinizi çekiyor. Karakteristik Mordoğan’da sıkça görülen ocak bu oda da özgün haliyle yer alıyor. “Kışın burada ocak yanardı, biz de önüne sıralanırdık ”diyor Muazzez hanım. Odanın sağında yer alan üst kata uzanan tek kollu merdivenin altında büyük yağ küpleri bulunuyor. Merdivenin devamında da şu anda bulunmayan bir kapı ile küçük bir dağılım mekânına oradan da ocaklı odaya yine bir kapı ile geçiş yapılıyor. Ocaklı odanın kapısının yanında da diğer bahçeye açılan bir kapı yer alıyor.
Giriş holünden merdivenle üst kata çıkılıyor. Bu kez küçük bir dağılım mekânı ve ona açılan yine özgün ocakları ile elmalıklar karşımıza çıkıyor. Odalardan birindeki ocağın yanındaki delik dikkatimizi çekince; Muazzez Hanım, bunların eskiden köye baskın yapan eşkıyalara haraç verilen açıklıklar olduğunu söylüyor bize. Para dolu kese, eşkıyalarla yüz yüze gelmeden buradan atılırmış. Haraç deliğinin cephesinin giriş cephesi olduğunu anlıyoruz. Bir diğer dikkat çekici detay ise merdivenleri çıktıktan sonra karşımıza çıkan hol duvarında yer alan niş. Nişin üzerin de bir ahşap paravana dayandırılmış ve içine de iki su testisi sıralanmış. Su testilerine yaklaşıyoruz. Omuz başına gelen bir yükseklikte. Su içmeyi kolaylaştırmak için geliştirilmiş bir sistem ve bölgede de yaygın bir uygulama olduğunu öğreniyoruz. Su testilerini omuzunuza getirip biraz eğdirdiğinizde rahatlıkla su doldurabiliyorsunuz bir bardağa. Keyifli sohbetimiz bahçede sürüyor. Bitişiğindeki yıkık durumdaki müştemilatın da hayvan barınağı olarak yapıldığını öğreniyoruz. Aile burada ağırlıklı olarak yazın yaşıyor. Muazzez Hanım’ın oğlu ve gelini bu evi o kadar çok seviyorlar ki çok kısa zamanda emekli olup bu eve yaz kış yerleşmeyi düşünüyorlar. Özgün özellikleriyle onarmak için her bir detayı soruyorlar.
Yapıyı sahiplenme, yaşanılır kılma istek ve göstergesi, kullanıcı ile yapı arasında “katlanma” değil “tercih etme ve aidiyet” ilişkisinin görünür olması; iç mekanda bulunan özgün mimari ayrıntıların (ocak, merdiven, su testilerinin bulunduğu niş, duvar rafları, haraçlık açıklığı, kepenk iç sürgüleri, mevcut gömme dolaplar ve gusulhanesi) yaşatılması ve Mordoğan köyünde bu özelliklerin hızla yok olmasına rağmen bu evde korunması nedenleriyle ödüle değer bulunmuştur. Değişmiş olan döşemelerin geleneksel malzemelerle yenilenmesi ile bahçede bulunan harap müştemilatın restore edilmesi önerilmektedir.
Emine ÖKTEM Evi (Kınık)
Kınık’ın tarihi mahallesi içerisinde en göz alıcı evlerinden biri ile karşılaşıyoruz.
Bodrum üzeri tek katlı konutun cephesi simetrik bir düzende. Giriş katına açılan ana kapıya yüksekçe bir sahanlıkla ulaşılıyor. Cepheye paralel birbirine simetrik iki merdivenle çıkılan sahanlıktan sonra içe çekilmiş nişli bir giriş kapısı ve kapının iki yanında ikişer pencere silmeleriyle dikkatimizi çekiyor. Merdiven sahanlığının önünde simetrik konumda iki çınar ağacı da bu simetrinin bir başka ifadesi. Sonradan budanmış bu iki ağaç belli ki yapıyla akran ve bize iki aileli bir konutu işaret ediyor. Aynı işareti, kapı üzerindeki ikisi de yüzüklü kadın eli biçimindeki kapı tokmaklarından da alıyoruz. Kapıyı çalıyoruz. Emine Hanım’la tanışıyoruz. Orta sofa ve iki yanına açılan doğramaları ve biçimleri eş, yan mekânlar gözümüze ilişiyor.
Yapıyı sahiplenme, yaşanılır kılma istek ve göstergesi; kullanıcısının yapının maddi özellikleriyle geçmiş anı değerleriyle birlikte geleceğe taşıma ve yaşatma isteği; kullanıcı ile yapı arasında “katlanma” değil “tercih etme ve aidiyet” ilişkisinin görünür olması; kullanıcının çağdaş yaşam-konfor isteği ve gereksinimleri doğrultusunda yaptığı müdahalelerde; yapının malzeme, işçilik ve tasarım özgünlüğünü bozmama veya geri dönüşebilir kılma yönündeki duyarlılığı; yapı – bahçe / avlu ilişkisinin bütünselliği bozulmadan özgün anlam ve bağlamında sürdürülmesi; yapıya ait mekânların–tercihen özgün işlevinde– bir bütün olarak kullanılıyor olması; sonradan bölünmüş evin tekrar bütünlüğe kavuşturulması, yarım asra yakın bir süredir içinde yaşanıyor ve titizlikle bakılıyor olması; sokağa, dokuya, kentsel yaşama katkısı takdirle karşılanarak ödüle değer bulunmuştur.
İdris KÖKTENTÜRK Evi (Kınık)
Bodrum üzeri tek katlı konut, mimarisi ile etkiliyor bizi. Enlemesine gelişen bir cephe düzeni var, yandan girişi yine içe çekilmiş yuvarlak kemerli bir niş içerisinde. Asimetrik bir düzenle karşılaşıyoruz. Ana cephede olasılıkla Bizans dönemine ait devşirme bir plastik öğe yer alıyor. Üst kat sıvasız. Tuğla taş almaşıklığı ile elde edilmiş duvarlardaki açıklıkların hepsi yuvarlak kemerli ve hafifletme kemerlerine sahip. İçeriye buyur
edildiğimizde ahşap tavanların işlemeleri bilhassa kuş desenleri göz alıcı. Özgün öğeleri ile günümüze ulaşmış olmasından etkileniyoruz.
İdris bey, eşinin ölümünden sonra evde tek başına yaşıyor. Emekli ve ayrıca rençberlik yaparak ta geçimini sağlıyor. Ali Kırmızı’dan almışlar evi. Bergamalıymış.
Yapıya ait mekânların – tercihen özgün işlevinde – bir bütün olarak kullanılıyor olması dışında diğer kriterleri tam olarak karşılamamakla birlikte ev sahibinin sıkıntılı ve zor yaşamına rağmen konutun içinde yaşamayı sürdürmesi ve özellikle konutun çok değerli olması (tavanlarda ve duvarlarda bulunan alçı kuş ve kerubin melek figürleri ile odadaki ev içi sunağı) nedeniyle yaşatılmasının desteklenmesi için ödül verilmiştir.
Tijen KÜLÇE Evi (Foça)
Yapı Sahibi: Tijen KÜLÇE
Proje Müellifi: Esmehan ERBİZ
Uygulama: Tijen KÜLÇE
Foça’daki tarihi dokuda sıkça karşımıza çıkan sıra evlerdendir. Dikdörtgen plan şemalı ve iki katlıdır. Ön cephesi ile sokağa açılan, arkasında birer bahçesi bulunan iki dükkânlı, bitişik ve ikiz ev karakterindedir. 19 uncu yüzyıl başlarında yapılmış olan konutların beden duvarları taş örgüdür. Ön cephesi kesme taş kaplamadır.
Yeni sahipleri onu büyük ölçüde harap halde iken satın almış ve uzun soluklu bir uğraş ile onarımını gerçekleştirmiştir. Ailenin konuta ve tarihe duyarlılıkları kendi kalemlerinden yazdıkları bir yazı ile şöyle paylaşılmaktadır:
Eski Foça, Fevzipaşa Mahallesi 209 sokak No:7 ve No:7/1 deki tarihi kültür varlığımız olan taş evimizin restorasyon sırasındaki yenilenme hikayesini sizlerle paylaşmak isteriz. Eşim Tijen ile birlikte Karşıyaka Kilise Sokağı’nda doğup büyüdüğümüz ve gayrimüslim ve Türk vatandaşlarıyla beraber yaşayıp komşuluk yaptığımız ve yüksek tavanlı 1925-1935 yılı yapımı evlerde büyüdüğümüz için Eski Foça’daki tarihi taş evlere bir özlemimiz vardı. Konutu, iki ayrı kişiden aldık. Evleri aldığımız kişiler evlere mübadele sırasında sahip olup yaşamışlar ve miras paylaşımı için satmışlar. Binayı alırken tamamen yıkık olduğu için içine giremeden sadece ev bizleri çağırdı diye satın aldık. Bildiğimiz kadarı ile biz almadan sekiz yıl önce yıkılmış ve yaşanmaz hale gelmiştir. Eşimle beraber bu binanın ilk sahiplerine ve kültür varlıklarımıza sonuna kadar saygı gösterip ilk yapıldığı güne uygun olarak kesinlikle hiç bir ticari kaygı taşımadan restorasyonunu gerçekleştirmeye karar verdik. Bunun için bu eve, Eski Foça’ya, Batı Anadolu’ya ait olmayan malzeme kullanmamaya çalıştık. Restorasyon için kullanılan bütün taşlar orijinal eski evde kullanılan taşlar olup dışarıdan gelen kırılmış söve taşları haricinde yeni taşkullanılmamıştır.2 017106Günümüzde sadece Toros Dağları’nda bulunan ve insanlığın üç büyük dininin kutsal kitaplarında sevgi ve övgü ile bahsedilen koruma altında olup, çok yaşlandığı ve çürüdüğü için devletimiz tarafından kesilen takribi bin yaşındaki tek bir sedir ağacını Denizli/Eskere bölgesinden aldık ve bu tek ağacın çürümüş büyük kısmını temizleyip kalan sağlam bölümleri ile evimizin tüm duvar, kapı, yer döşemesi, kiriş, çatı, pencereler ve panjurların yapımında kullandık. Evin içinde bulunan Osmanlı tuz kadırgalarından çıkma karaağaçların sağlam olanları kapıların üst yatay kiriş olarak kullanılmış olup,1800’lü yılların başlarında başlayan tuz sevkiyatı için kullanılan ahşap kadırgaların parçalarını da biraz daha yaşatmaya çalıştık. Evimizin restorasyonunda hiç bir şekilde inşaat demiri, demir profil, demir kiriş kullanılmamıştır. Evimizin tüm duvarları 2×2.cm ahşap bağdadi olup bütün taşıyıcı kirişler 25×45 cm ebadında 9 metre boyunda ahşap olup Stuttgart Üniversitesi ahşap kiriş taşıma standardına uygun olarak imal edilmiştir. Evimizdeki tüm tavan çıtaları evden çıkan çıtanın birebir örneği yapılarak imal edilmiştir.
Yapının özgün mimari niteliklerinin ve bütünselliğinin korunmuş olması; özgün yapı parsel ilişkisinin sürdürülmesi / yapının bahçesi ile birlikte bir bütün olarak yaşatılıyor olması; işlev doğrultusunda gerçekleştirilen yeni müdahalelerin mekân kurgusunun okunmasına engel teşkil etmemesi, aynı zamanda geri dönüşebilir anlayışla gerçekleşmesi; yapının iç dekorasyonunda mimari ve dönem özelliklerinin gözetilmesi; Uygulamadaki işçilik kalitesi; yapı sahiplerinin, yapının korunabilmesi için çok çaba ve özen gösteriyor olmaları; yapıya ilgi ve bağlılıkları; yapının sokağa ve çevresine değer katıyor olması nedenleriyle ödüle değer bulunmuştur.
Bülent TÜRKMEN Evi (Bergama)
Yapı sahibi: Bülent TÜRKMEN
Proje Müellifi: Onur KARAHAN
Uygulama: Bülent TÜRKMEN
Konutla ilgili en eski belge 1905 tarihli tapu belgesidir. Bu belge, konutun 20. yüzyıl başlarında var olduğunu ve o dönemdeki sahibi veya banisi Dimitrioğlu Yorgi olduğunu belgelemektedir.
Yapıya ait kapsamlı bilgi verecek nitelikte başka özgün belgeye ulaşılamamakla birlikte geçen süre içinde yapıdaki müdahaleler ve restitüsyona ilişkin birçok veri, konut üzerinde okunabilmiştir. Bu nedenle yapının restitüsyon çizimleri, yapı üzerinde tespit edilen veriler doğrultusunda yapılmıştır.
Birinci Dönem Restitüsyonu (Erken Dönem): Yapının ana kütlesi ile bir avlu içerisinde yer alan mekânlar olarak belirlenmiştir. Erken dönemde avluda tuvalet, iki kiler ve mutfak yer almaktadır. Bu mekânların üzeri tek yöne eğimli bir çatı ile örtülüdür. Zemin katta, merdiven holüyle birlikte bir hol ve oda yer almaktadır. Bu hol ile avlu ve sokağa geçiş sağlanmıştır. Yapının birinci katında merdiven kovasının yer aldığı hol ve iki oda bulunmaktadır.
İkinci Dönem Restitüsyonu (1930’lu yıllar): Birinci dönemden farklı olarak avluya Z06 mekânı eklenerek müştemilat ana yapıyla birleştirilmiştir. Sundurma şeklinde düzenlenmiş olan mutfak bahçeye bakan bir duvar örülerek tamamen kapalı bir mekân haline gelmiştir. Mevcut olan ve yeni eklenen müştemilat basit sundurma ahşap çatı yerine volta döşeme ile örtülmüş ve alaturka kiremit ile kaplanmıştır.
Üçüncü Dönem Restitüsyonu (1960’lı yıllar): Bu dönemdeki değişiklikler birinci normal kattaki eklentilerdir. Zemin katta ikinci dönemden farklı bir durum gözlenmemektedir. Birinci ve ikinci dönem restitüsyonlarında avluda yer alan müştemilat mekânlarının üzerine ek mekânlar yapılarak, birinci normal katta ek mekânlar oluşturulmuştur. Bir oda, bir banyo ve bir teras eklenen mekânlardır.
Yapının özgün mimari niteliklerinin ve bütünselliğinin korunmuş olması; özgün yapı-parsel ilişkisinin sürdürülmesi / yapının bahçesi ile birlikte bir bütün olarak yaşatılıyor olması; işlev doğrultusunda gerçekleştirilen yeni müdahalelerin mekân kurgusunun okunmasına engel teşkil etmemesi, aynı zamanda geri dönüşebilir anlayışla gerçekleşmesi; yapının kullanımına ilişkin mimari müdahalelerin gerek tasarım gerekse uygulama olarak yüksek niteliklere sahip olması; yapılan müdahalelerde malzeme ve/veya yapım tekniğinin ayırt edilebilir olması; belge değerinin yaşatılmasına dönük çaba; uygulamadaki işçilik kalitesi; yapının korunabilmesi için sahiplerince çaba ve özen gösteriliyor olması; yapıya bağlılıkları; yapının sokağa, dokuya ve kentsel yaşama değer katıyor olması nedenleriyle ile ödüle değer bulunmuştur.
Sıbyan Mektebi (Urla)
Yapı sahibi: Prof. Dr. Tevfik BALCIOĞLU
Proje Müellifi: Salih Özgür GENCA
Uygulama: UMART Mimarlık
Bölgede Kapan Cami’nin sıbyan mektebi olarak bilinen yapının herhangi bir inşa kitabesi yoktur. Bir külliye içerisinde cami ile birlikte inşa edilip edilmediğini kanıtlayacak kesin bir bilgi olmamakla birlikte; sıbyan mekteplerinin özelliklerine dayanarak ve Kapan Camiine yakınlığı göz önünde bulundurularak bir külliye içinde inşa edilmiş olabileceği düşünülmektedir.
Külliyeler içinde yer alan sıbyan mektepleri Osmanlı mimarisinde külliyenin odağı olan camiden mümkün olduğu kadar uzaklaştırılmıştır. Bu yapılar sokağa açılan özel girişlere ve kendi içlerine dönük oyun bahçelerine sahiptirler ve daima külliyenin dış köşesinde yer alırlar. Bu planlamanın büyük ölçüde çocukların oyun ve gürültüleriyle külliyenin diğer parçaları olan cami, medrese, kütüphane gibi yapılardaki gerekli sessizliği bozmamaları için olduğu bilinmektedir. Mahalle içerisindeki tek yapılardan oluşan sıbyan mektepleri ise sokakların kesiştiği ve mahallenin ortası sayılabilecek yerlerde ve özellikle köşe başlarında yapılmışlardır. Bu planlama yapılırken mahallenin çeşitli yerlerine aynı uzaklıkta olması düşünülmüş, bu yüzden sokakların kesişme noktaları olan köşe başları uygun görülmüştür.
Sıbyan mektebi ile caminin arasındaki yakınlık ve bu bilgiler doğrultusunda iki yapı arasında bir ilişki kurmak mümkün olduğu ve ilk inşası XIV-XV. yüzyıllara inen caminin batı girişi üzerinde muhtemelen doğu ve batıdaki mekânların ilave edildiğini bildiren 1553-54 tarihli bir kitabe mevcuttur. Tüm duvarların olmasa da, önemli bir kesiminin düzgünce işlenmiş kesme taş kaplamalara sahip olması, mektebin, caminin onarıldığı XVI. yüzyıla tarihlendirilmesine olanak sağlamıştır.
Sıbyan Mektebi, daha sonra konut olarak değerlendirilmiştir. Yapı restorasyon projesi doğrultusunda kütüphane olarak işlevlendirilmiştir.
Uygulamanın amacı; Bugünkü mülkiyet ilişkileri içinde, etrafı kapatılmış yapının eldeki verilere ve orijinal yapıya olabildiğince sadık kalarak restore etmek, yeni bir işlevle (özel kütüphane) koruyup kullanıma açmak ve yönetmektir. Uygulama modern restorasyon ilkeleri çerçevesinde, yapılan mimari sondaj çalışmalarından elde edilen bulgular, yapı malzeme analiz ve malzeme koruma raporları doğrultusunda
gerçekleştirilmiştir.
Yapının özgün mimari niteliklerinin ve bütünselliğinin korunmuş olması; özgün yapı-parsel ilişkisinin sürdürülmesi / yapının bahçesi ile birlikte bir bütün olarak yaşatılıyor olması; işlev doğrultusunda gerçekleştirilen yeni müdahalelerin mekân kurgusunun okunmasına engel teşkil etmemesi, aynı zamanda geri dönüşebilir anlayışla gerçekleşmesi; yapının kullanımına ilişkin mimari müdahalelerin gerek tasarım gerekse uygulama olarak yüksek niteliklere sahip olması; yapılan müdahalelerde malzeme ve/veya yapım tekniğinin ayırt edilebilir olması; belge değerinin yaşatılmasına dönük çaba; yapı sahibinin terk edilmiş harap bir binayı alarak onarması; yapıya kazandırılan tasarım kütüphanesi işlevi ve kütüphanenin topluma açık olması; uygulamadaki işçilik kalitesi; yapının sokağa, dokuya ve kentsel yaşama değer katıyor olması nedenleriyle ödüle değer bulunmuştur.
Abdullah GÜLMEZ – Taş Ustası (Bergama)
Ustanın yaptığı işleri öğreniyoruz.
Çırağan Sarayı dışında; 96’da Çanakkale Saat Kulesi, Çanakkale Bozcaada Kalesi, Çanakkale Kilitbahir Kalesi kemer onarımı, Çanakkale Kabatepe Şehitler Abidesi Temsil Mezarlarının Yapımı, İstanbul’da, Yıldız Sarayı ’nda Büyük Mabeyn, Topkapı Sarayı Dış kapı, Ayasofya avlusundaki kemer, Laleli Eski kütüphane onarımı, Cumhurbaşkanlığı Köşkü (Tarabya Huber Köşkü), Edirne’de Tabyalar Onarımı, Ordu’da Orta Camii, Trabzon’da bir konak onarımı, Bursa Adliye Sarayı, Denizli Eski Mezarlık duvarı onarımı, Alaşehir’de Kurşunlu Han, Milas’ta Krallar Mezarı Hekatomnos Anıtı’nın mermerleri ile çevre duvarı onarımı, Kemalpaşa Eski Hamam onarımı, Kadifekale onarımı, Kemeraltı‘da bir konak onarımı, Bergama Akropolü Traian Tapınağı, Bergama da Kızılavlu ve Bergama Akropol onun ellerinin değdiği işler…
Ferhat FUZULİ “Meseret ile Şükran” Manzum Hikaye
İzmir’in Tarihi Kemeraltı Çarşısı’nı, otellerini, binalarını ve insanlarını konu ediniyor. 1970’li yıllardan 80’li yıllara kadar olan dönemi kurmaca bir öykü içinde İzmir’in gerçek yaşam biçimi ve gerçek karakterleri ile işliyor.
İzmir’in mekânları, işletmeleri, belgesel gerçekliğinde ve şiir formatında aktarılıyor. Kemeraltı dışında saat kulesi, troleybüs, asansör ve Halil Rıfat Paşa’nın merdivenli sokaklarına da yayılıyor. Okuyucuda bütün mekânları görme isteği uyandırıyor.
Geçmişten alacaklı
Geleceğe borçluyduk;
Komşuyduk:
Ben, Anafartalar Caddesi, Meserret Oteli
O, kapı karşı
Şükran Oteli’nin dört yıllık müdavimi…
Arkadaştık, beraber yer, içer
Ne iş olsa yapardık.
İş mi yok baktık,
Kapıp oltaları balığa çıkardık
Suyu pisti ama kalbi temiz
Gönlü zengindi körfezin
Çipura olmazsa kefal,
Mutlaka doyardık…
Kentin tarihi mekânlarını kapsayan bir kesiti yaşayan karakterleriyle birlikte aktarması; şiirsel üslubunun mimariyi ve tarihi ele alışındaki başarısı; temanın ve ifadelerin bütünsellik taşıması nedenleriyle nitelikli bulunarak ve takdirle karşılanarak ödüle değer bulunmuştur.
Oktay ÖZENGİN “Menemen Tarihi Albümü”
1900 – 2000 yılları arasında çekilmiş 1325 adet fotoğraftan oluşuyor. Bu fotoğraflar, 30 yıllık bir zaman dilimi içerisinde bir araya getirilmiş.
Almanya’dan, Fransa’dan, Yunanistan’dan araştırmacılar, Menemen Tarihine katkı olması için gönderdiği fotoğraflarla birlikte asıl fotoğraflar ise aile albümlerinden 1325 adet tarihi fotoğraf toplanmıştır. Menemen Tarihi Albümü” 13 ana bölümden oluşuyor. Her bölümün alt başlıklarında ise farklı konular bulunuyor. Yıllar önce çekilen Menemen manzarası fotoğraflarından, bayramlarda kullanılan Menemen
kartpostallarına, yok olan tarihi binalarımızdan, geçmişte ulaşımda kullanılan birçok araca kadar çok sayıda konuyu kapsıyor. Gediz Nehri, bayramlar, açılışlar, kılık-kıyafetler, okullar, esnaflar gibi bölümler Menemen’in geçmişteki zenginliğini ortaya koyuyor.
Menemen’e ait eski fotoğrafların bir bütün olarak bir araya getirilerek bir kaynak oluşturması,
belge özelliğinin bulunması nedenleriyle ile ödüle değer bulunmuştur.
Uluç HANHAN “Bir Zamanlar Uzunada” Kitap
“Bir Zamanlar Uzunada” bir yerel tarih çalışmasıdır. Kitap, yaşanılan topraklara olan sevgi, bağlılık, özveri, gönül verme gibi duygularla, geçmiş ve geleceğe olan sorumlulukları yerine getirmek üzere yazılmıştır.
İzmir Körfezi’nde yer alan Uzunada tarihin her döneminde bölgeye sahip olmak isteyen egemen güçlerin elinde tutmak istediği bir ada olmuştur. Hanhan kitabında Uzunada tarihinden kesitler sunmakla beraber, okuyucuyu özellikle Birinci Dünya Savaşı yıllarına götürüyor. Ada çevresindeki düşman saldırılarından, Türk ve Alman savunmasından, adadan ayrılmış Anadolu Rumlarının ve adada yaşamış Türk sivil ve kerlerin ada ile ilgili anlatımları kitapta yer alıyor. Ayrıca adada bulunan tarihi sarnıç, ada çevresindeki amforalar, arşiv bilgileri ve yabancı bir ailenin adadaki bir arazi üzerindeki hak iddiası yer almaktadır.
Kitabın birinci bölümünde Birinci Dünya Savaşı yıllarındaki İzmir anlatılmaktadır. O zamanlar İzmir, kozmopolit yapısıyla Osmanlı’nın ikinci büyük kentiydi. Kentin bu unvanı taşımasında Levantenlerin büyük payı olmuştur. Yazar Orhan Kurmuş, İngilizlerin yaptığı ve 1858 yılında temeli atılan İzmir-Aydın Demiryolu’nun Türkiye’nin emperyalizmle ilk tanışması olarak kabul eder. Yıkılmaya yüz tutmuş devlet yapısının sağladığı olanaklar, bozuk idari yapı, yeteneksiz idareciler, yabancılar için fırsatlarla dolu bu verimli topraklar, İzmir’de yerleşerek ticaret yapmak isteyenleri İzmir’e çekmiştir. Batılılar Anadolu’yu paylaşarak, “Şark Sorunu”nu çözmeyi planlamışlardı. “Hasta” olarak adlandırdıkları Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki emperyalist çıkarlar ve paylaşım hesapları, yüzyıllarca Anadolu topraklarında beraberce barış içinde yaşamış halkların arasına fitne ve ayrılık sokmuştur. İkinci bölümde aynı yıllardaki Uzunada anlatılmaktadır. Bu bölümde Uzunada’nın İngiliz askerler tarafından işgali, ada tarihi, ada ve çevresindeki çatışmalar
ve adayı anlatan yazarların anlatımlarına yer verilmektedir. Üçüncü bölümde ise Yunan kaynaklarından Uzunadalı Anadolu Rumlarının anlatımlarına yer verilmektedir. Dördüncü bölümde adada yaşamış ve görev yapmış yirmi kişi ile yapılan görüşmeler yer almaktadır. Beşinci bölümde Uzunada’da bir arazi üzerinde hak iddiası davasından söz edilmektedir. Yüz yıla yakın bir süredir devam eden bu dava hakkında bilgiler verilmektedir.
Altıncı bölümde gazete arşivlerinde Uzunada anlatılmaktadır. Son bölümde ise adadaki Bizans Sarnıcı ve ada çevresindeki amforalardan söz edilmektedir.
Kent özelinde belge değeri sağlaması; kent tarihine dair yeni ve güvenilir bilgi sunması;
okuyucuları için etik-bilimsel yöntemlerin kullanılarak doğru bir kaynak oluşturması; kitabın
amacı ile kurgunun, temanın, yazınsal ifadelerin bütünsellik taşıması; eserin üretime katkı veren
kişilerin adlarının çalışma içerisinde anılması; aday çalışmanın hedef kitleye ulaşmış olması
ölçütleri doğrultusunda takdir edilerek ödüle değer bulunmuştur.
Semra İĞTAÇ “İzmir Masalları” Radyo Programı
İzmir Masalları, 2015 yılından bugüne yüzün üzerinde radyo programı gerçekleştirerek dinleyicilerine İzmir’in zengin tarihinin bir sayfasını aralayarak efsanelerini, öykülerini, antik şiirlerini paylaştı. Program; Pazartesi günleri 23.30 da TRT Kent Radyo İzmir’de devam ediyor. Geçmişten günümüze İzmir tarihini anlatan radyo programı, bugüne kadar antik çağ kültürünü konu edinmiştir.
Yapımcısı Semra İğtaç henüz bir iletişim fakültesi öğrencisi iken başlayan tarihe ilgisini ve programı şöyle aktarmaktadır:
“İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Bölümü öğrencilik yıllarımda Radyoda Program Yapımı dersimizin hocası Prof.Dr. Şadan Gökovalı ilk derste kalplerimize mitoloji ve İzmir tarihi sevgisi serpiştirmiş, bizleri
birer İzmir sevdalısı olarak mezun etmiştir. Prof.Dr Şadan Gökovalı’nın ilk dersinin ilk sorusu şu olmuştur? İçinizde hanginiz İzmir’in Azra Erhat’ı, Halikarnas Balıkçısı olacak? İzmir tarihini yaşamak ve yaşatmak üzerine hep büyük hedeflerim ve hayallerim oldu.22 yıl boyunca belgesel yapımcısı olarak İzmir ile ilgili birçok belgeselin metin yazarlığını, yapımcılığını ve yönetmenliğini üstlendim. Tutsaklığa Tukun(Çakırağa Konağı), Yüreğini Taşa Yazanlar(İzmir’de mermerin öyküsü), Mavinin İsyanı(İzmir Körfezi), Karantinalı Despina Atilla İlhan’sız, Alışveriş Cümbüşü Kemeraltı, Kıvrım Kıvrım Arnavut Kaldırımlarıyla Varyant, Tarihin Sesiz Tanığı Agora, O Yüz Yaşında…Saat Kulesi. Yetmişinde Bile Mesela Zeytin Dikeceksin(İzmir’de zeytincilik),Eller, Adım Adım Ege bu belgesellerimden bir kaçı. Belgesellerin içinde çeşitli ödüller alanlar da oldu. 13. Uluslararası Ankara Film Festivali’ne finale kaldım. İzmir Gazeteciler Cemiyeti Hasan Tahsin Gazetecilik teşvik yarışmasında Mavi Yolculuk belgeseliyle 2.’lik, Mavinin İsyanı adlı belgeselim Hürriyet Vakfı Genç Gazeteciler yarışmasında inceleme araştırma dalında Türkiye birinciliği aldı.
Bir gün Aigai antik kenti kazı başkanı Doç Dr. Yusuf Sezgin’i aramıştım. Programımızı bilip bilmediğini sorduğumda antik kazıda çalışan Mustafa Topçu’dan söz etti. “Sizin yayınıza katılacağımı söylediğimde, arkelojik kazılarımızda çalışan köylü arkadaşımız, her hafta İzmir Masalları’nı dinliyorum dedi. Ondan duydum.” Çoban Mustafa’nın Evinde bir sedir, bir kilim, bir de radyosu varmış. Ve ilk günden beri tüm radyo programlarımızı hiç kaçırmadan dinliyormuş. Yunt Dağı’nın tepesinde Köseler Köyü’nden bir vatandaşın, İzmir Masalları’na ilgisi beni çok mutlu etti. Programımızda sadece tarih, mitoloji anlatılmıyor.
Programa katılan konukların İzmir toprağından fışkıran öykülerini de paylaşıyoruz. Belki de o nedenle, dinleyiciler programda kendilerini de buluyorlar.
İzmir Masalları tarihsel geçmişiyle, gelecek bilinciyle uygar ve nitelikli bir kentsel ortamı oluşturma yolunda ki çabalarına devam edecek. Tanınmayan yer sevilmez, sevilmeyen yer de vatan olmaz. İzmir
Masalları, doğup büyüdüğümüz ya da göç edip yerleştiğimiz İzmir’i antik dönemden günümüze arkeolojik değerleriyle tanımamızı sağlıyor. Dinleyiciler bu keşif yolculuğunda hiç sıkılmıyor çünkü tarihin asık
suratlı yüzüyle karşılaşmıyor. Mitolojilerin, efsanelerin ışığında, konuk olan alanında uzman kişilerin de paylaştığı hoş tecrübeleriyle, bilgi ve birikimleri İzmir’in güzellikleriyle, şiirsel, öyküsel yüzüyle buluşturuyor.
Kent sevdalılarına da çağrım var. Onları tarihin sayfalarını aralarken görmek istiyoruz. Bir an önce planınızı yapın. Çok uzak değil İzmir’in göbeğinde ki Yeşilova Höyüğü ziyaretçi merkezine hala gitmediniz mi?
Bu merkezin dünyada benzeri yok. Ya da çocuklarınızı hala Kültürpark’taki İzmir Tarih ve Sanat Müzesi’ni gezdirmediniz mi? Orada İzmirli Ozan Homeros’un heykeli var. Halikarnas Balıkçısı İmbat serinliğinde der ki ‘Yamanlar dağında birbirine yakın şehirler vardı. İyi ki o zaman memleketten memlekete pasaport alınmıyordu. Çünkü uzun boylu bir adam şehrin ortasına yattı mıydı, ayakları komşu şehre uzanacağı için, ayaklarına ayak pasaport almak gerekliydi.’ İzmir’in her yeri antik izler taşır. İzmir’de nereye gidersek gidelim antik kente rastlamadan 10 kilometre geçemezsiniz? Siz kaçını gördünüz?”
Semra İğtaç
Yönetmen
Veli ve Osman MERMERKAYA – Yorgancı (Karabağlar)
Veli Mermerkaya 1968’den beri bu mesleği sürdürüyor. Ortaokulu bitirince on beş yaşında çırak olarak Hisarönü’nde, başlamış mesleğe. Babası da yorgan dikmiş. Mesleği kardeşi ile birlikte sürdürmüşler bir zaman. Sonra kardeş çocuğu Osman yetişmiş. “Bizden” diyor, “yeğenim Osman ile devam ediyoruz”. Osman usta ise 38 yaşında ama 23 yıldır usta. Belki de İzmir’in en genç yorgancı ustası… Veli usta; Tire’de birkaç yıl çalışmış, yorgancılıkta. Bugün 65 yaşında, yani 50 yıldır, yarım asırdır yorgancı. “Şimdi İzmir de 40-50 kadar yorgancı kaldı, gençler yapmıyorlar artık” bu işi diyor.
Rengârenk yorgana gözümüz takılınca; “Kırk pare de yapıyoruz. Ninelerimizin kendi zamanlarında ürettikleri işlerdi onlar, artık kumaşlardan… Şu andaki nesiller bunu unuttu.” Eski desenlerden konuşalım mı diyoruz. Hemen sıralıyor Veli usta “Pervane, tütün yaprağı, tavus kuşları karşılıklı, çeşitli muhabbet kuşları vardı karşılıklı dururlardı, boncuklu desendi onlar… Şimdilerde çok tercih edilmiyor.” İzmir’e Konya’dan gelip yerleşmişler, 1959 yılında.
Ustanız kimdi diye sorunca; gururla “Benim ustam Bayındırlı Pala Mehmet, Hisarönü’nün en meşhur yorgancısıydı” diyor. Her zorlu deseni yaparmış ustası; çift dikişli baklava, çok güzel ama zahmetli modelmiş.
Soruyoruz şimdilerde kimler alıyor bu yorganları diye “Daha çok genç kızlar geliyor. Karyola üstüne süs amaçlı alıyorlar. İpekliler var, basmalar var. Eskiden hep pamukla yapıyorduk. Basma yorganlar arada ender olarak yün yapardık eskiden.” Peki, kumaşı ve rengi müşteri mi seçiyor sorumuza ise “evet, onlar kumaşlarını da ekseriya getirirler. Çünkü işlemeli nevresimlere göre renk seçerler yahut pikoya göre…
Sohbetimizden sonra yorgan dikmeyi de denedik, çok zor bir zanaat olduğunu deneyimledik.
Yaptıkları zanaatın yerel tarihe katkısı; bilgi ve becerilerini uygulamadaki üstünlükleri; konusunda
ender sayılabilecek bilgiye sahip olmaları; yaptıkları işe kendilerini adamışlıkları; zanaatın,
toplumun gelenekle buluşmasını sağlayacak unsurlara sahip olması; zanaatlarını sürdürdükleri
yerde tek olmaları takdir edilerek ödüle değer bulunmuşlardır.
Mustafa PANCAR – Sepetçi (Bergama)
Doğma büyüme Bergamalı, aile Alibeyli Köyü’den gelmiş. Ama kökleri Selanik’e uzanırmış. Sepetçiliğe 7 yaşında başlamış. “başka bir işim yok yani” diyor. Babasından öğrenmiş. Babası da dedesinden. “Dedem de sepetçi, Dedem arabalara çit yapardı, saman çekmek için, Kağnı arabalarına çit yapardı. Ben de yaptım. Artık yok ama…” Aile birkaç kuşaktır sepetçilik mesleğini sürdürüyor. Ancak kendi çocukları ilgi göstermemiş mesleğe.
Mustafa Usta okumayı yazmayı da kendi kendine öğrenmiş. “Bir gün bile okula gitmedim diyor” Sonra halk eğitimden belge vermişler, okuma yazma bilir diye. Başka ustalar yetiştirdiniz mi sorumuza Sepetçiliği, Bergama Halk Eğitimde Merkezi’nde öğretiyorum. Yani öğretmenlik yapıyorum beş senedir. Haftada iki üç gün veriyorum. Eğitimlerin sonunda belge veriyoruz. Çok belge verdim.” Ustalık nedir sizce deyince; hiç düşünmeden “Usta dediğin, bizim bildiğimiz, gördüğümüz; Yalan söylemez, sözünün arkasında durur. Adaletli olur. Çarpmaz ve çırpmaz.” diyor. Mustafa usta, günümüzde evinde üretim yapıyor, bilhassa civardaki sahil kentlerinin işletmelerine satış yapıyor, geçimini bu yolla sağlıyor.
Birbirinden farklı pek çok sepet örebiliyor. Mustafa ustayı evinde ziyaret ettiğimizde bize gösterdiği örme tekniklerinden etkileniyoruz.
Yaptığı zanaatın yerel tarihe katkısı, bilgi ve becerisini uygulamadaki üstünlüğü, konusunda
ender bulunan bilgiye sahip olması, yaptığı işe kendini adamışlığı nedenleriyle takdir edilerek
ödüle değer bulunmuştur.
Birsen Cemile GÜREL – Halı Dokumacı (Bergama)
Birsen Hanım evindeki ağaç tezgâhında meşhur Bergama halılarını dokuyor. Evinde ziyaretimiz sırasında evin müştemilatında kurulu ahşap dokuma tezgâhında başlamış olduğu halıyı görüyoruz. Bize halı ile ilgili ilkin öyküsünü anlatıyor. Deseni “Kız Bergama” diyor.
İki âşık varmış. Ama vermemiş ana baba. Oğlan tarafı Balıkesir’e taşınmış, yörük halısı dokumuş onlar. Kız tarafı Bergama’da kalmış da kız üzüntüsünden bu halıyı yaratmış diyor Birsen Hanım. Bazı desenleri göstererek işte bu desen (oklar birbirine geçemeyen) kavuşamamayı ifade ediyor, diyor. Kafadan bunu nasıl dokumuşlar. Hinci de (şimdi de) biz dokuyoruz kafadan.
Hikâye ise literatürde şöyle geçmektedir:
“Günümüze değin ulaşan söylencede Bergama ile Dikili arasında yaşayan Türkmen oymağı Beyi’nin oğlu obadan bir kızı subaşında görür. Bir su ister. Suyu içerken kıza alıcı gözle bakar. Su kabının verirken kızın elinden tutar. Kız da oğlana vurulur ama gel gör ki duyulursa babasının obada onurunun kırılacağını düşünerek orayı terk eder. Olay obada dilden dile dolaşır. Obanın Beyi, kız tarafına elçiler yollar ama olay onur meselesi olduğu için elçileri geri çevirir. Zincirleme devam eden tatsızlıktan dolayı oba ikiye bölünmüştür. Sonunda olay kız tarafı ile oğlan tarafı arasında kanlı bir kavgaya dönüşür. Olayların daha fazla büyümemesi için Oba Beyi ile oğlan tarafı Sındırgı’ya göçerler. Kız tarafı Bergama’da kalır. İşte bu söylence Yağcıbedir halılarında damga ve imlerle anlatım Kız Bergama’yı canlandırılmaktadır. Kız Bergama zemininde: Süleyman Yıldızı, Oba beyinin oğlu. Oklar, Dört bir yandan saldın. Saç bağ, gönül bağı. Tatlı elma, güzellik ve tatlılığı. Ekşi elma, kırgınlık ve burukluğu. Yıkımlar, ölen kişileri. Türkmen aynası, bakmasını bilen görür ifadesini Çapalar, engelleri. Bordürlerdeki yedi kat imler, erdeme ulaşmanın zorluklarını. Renkler; kırmızı, ayrılığı; mavi, umudu; pembe, istek ve arzuları; siyah; yas ve kötülükleri simgeler.
Birsen hanım, evinde ağaç tezgâhında sürdürüyor dokumasını. Ağırlıklı olarak kız Bergama dokuyor. Ayrıca sarı namazlağı (Gobaklık), Köşeli halı, Sinili halı, Fincanlı desenleri de dokuyor. Hepsi de aklında desenlerin. Model bakarak dokumuyor. Çok küçük yaşta başlamış dokumaya. Yedi yaşından beri dokuyorum diyor. Bu desenden belki de iki bin üç bin dokumuşumdur diyor. “Çağlayan köyündenim ben Dikili’nin Köyü) halıları eskiden turistler köye gelip alırlardı. Şimdi satıcılar gelip alıyor” diyor. Peki hiç öğrettiniz mi başkalarına diye soruyoruz. “Öğretmez miyim? Hala çok teşekkür ederler, elimizde altın bilezik oldu derler. Dua ederler bana” diyor.
Zanaatın tarihsel-mekansal dokunun sürekliliğine katkısının belirgin olması; yaptığı zanaatın
yerel tarihe katkısı; bilgi ve becerisini uygulamadaki üstünlüğü; konusunda ender bulunan
bilgiye sahip olması; yaptığı işe kendini adamışlığı; zanaatın, toplumun gelenekle buluşmasını
sağlayacak unsurlara sahip olması ölçütleri dışında zanatına duyduğu sevgi ve ilgi de ayrıca
takdire edilerek OYBİRLİĞİ ile ödüle değer bulunmuştur.
Ahmet SİLLELİ – Saraç (Bergama)
İleri yaşına rağmen Bergama’nın tarihi çarşısı içerisinde kendi dükkânında üretime devam ediyor.
“Babasız büyüdüm enişteler ilgilendi. Eti senin kemiği benim dediler verdiler beni ustaya. 12 yaşındaydım. Ustam Saraç Ömer Dikeroğlu; bir uçtan bir uca saraçhanesi vardı. Şimdi faytonların koşumları
Bulgaristan’dan geliyor. Dört kişi çalışıyordu yanımda. Çıraklarım vardı”. diyor.
Sanatını usta-çırak ilişkisi ile öğrenmiş olmasını, ustalığını çok küçük yaşlarından bugüne
değin icra ediyor olmasını, bilgi ve becerisini uygulamadaki üstünlüğünü, konusunda bilgiye ve
deneyime sahip yaşayan tek kişi olmasını, yaptığı işe kendini adamış olmasını, ve zor şartlarda
devam ettirmeye çalışıyor olması takdir edilerek ödüle değer bulunmuştur.
DEÜ 75. Yıl İlköğretim Kurumları “Biz küçüklerin gözünden İzmir’in tarihine ve kültürüne yolculuk”
İZMİR’İN TARİHİNE YOLCULUK PROJESİ
Öğrencilerle beraber önce “Ülkemizin adı ne? , Yaşadığımız şehrin adı ne?” soruları sorularak konuya giriş yapıldı. Daha sonra mekan algısını geliştirmek amaçlı önce çocuklarla beraber dünya, küre üzerinden incelendi. Küre üzerinde Türkiye ve diğer ülkeleri bulma çalışmaları yapıldı.(Daha önce dünya ülkeleri konusundan akıllarında kalan ülke isimleri soruldu. )
Daha sonra Türkiye siyasi haritasından Türkiye ve şehirlerimiz incelendi. Çocuklar gittikleri ya da isimlerini duydukları şehirlerin isimlerini söylediler. Harita üzerinden bu şehirler bulundu. “Ülke ve şehir nedir?” Anlayacakları seviyede anlatıldı. “Haritada İzmir nerede?, Etrafında hangi şehirler var? , Denize yakın mı?” Bu konularla ilgili sohbet edildi. En son İzmir haritasından yaşadığımız ilçeleri bulma şeklinde harita çalışması tamamlandı.
Öğrencilerimize yaşadığımız şehrin özelliklerini anlatan ve tanıtan çeşitli fotoğraflar ve videolar izledik.. Tarihi yerleri kültürünü anlatarak devam edildi. Ege bölgesine özgü olan ağaçta olgunlaşmamış olan zeytinleri toplayarak öğrencilerimiz ile beraber zeytin yaptık ve kendi yapmış oldukları zeytinin tadına baktılar.
Öğrencilerimiz ile sanal müze ziyaretlerinde bulunarak antik kentler gezildi. Sanat etkinliği olarak İzmir saat kulesi çalışması ve İzmir fotoğraflarından kolaj çalışmaları yaptık.
Sömestr tatilinde velilerimize yaşadığımız şehri öğrencilerimiz ile gezmelerini ve öğrencilerimizin gözünden fotoğraflamaları istenildi. Tatil sonrası gelen fotoğraflardan “Biz Küçüklerin Gözünden İzmir’in Tarihine Yolculuk” adlı sergi ile okulumuzun salonunda sergilendi. Öğrencilerimiz ile beraber sergiyi gezerek yaşadığımız şehri daha yakından tanıma fırsatı bulduk.
Ege Üniversitesi Güçlendirme Vakfı Okulları “Bergama’da Zaman Yolculuğu”
Bu proje çalışmamızdaki amacımız; İzmir’in antik çağdan günümüze ışık tutan eserlerinin en önemlilerinden Bergama antik Kenti ve Asklepion’nun İzmir için büyük bir şans ve kazanç olduğunun bilgisini paylaşmaktı. Ege Üniversitesi Güçlendirme Vakfı Okulları Bornova Şubesi öğrencileri tarihsel ve kültürel zenginliğimizi yaşayarak canlandırarak ve eğlenerek öğrenmek istediler. Senaryolarını öğrencilerimizin yazdığı kostümlerin veli işbirliğiyle hazırlandığı bir zaman yolculuğu ile parşömenin icadını, Ihlamur ile çınarın hikâyesini ve Asklepion’da Zeus ile Asklepios’un karşı karşıya gelişini oynayarak yaşadılar.
Biz de eğitimciler onlara bu çalışmalarında destek olduk. Benzer projelerin tüm okul öğrencilerini kapsayacak halde uygulanmasını hedefledik. Çalışmanın yaygınlaştırılması için bir dizi etkinlik planlanmaktadır.
İzmir Özel Saint-Joseph Fransız Lisesi “Tarihi haritalar, bir kentin tarihi mirasını ortaya koymada bir araç olabilir mi? : 1905 GOAD Haritaları Örneği”
Tarih araştırmalarında kaynak kullanımı, objektif sonuçlar elde edilmesi açısından oldukça önemlidir. Bu açıdan bakıldığında tarihi haritalar, içerdiği bilgiler bakımından doğru veriler elde etmek için iyi bir kaynak olabilir. Biz bu çalışmamızda, kentin sahip olduğu tarihi mirası ortaya koymada 1905 Goad haritalarından yararlandık. 20. yüzyılın hemen başlarındaki İzmir mekan dokusunu, mimarisiyle, ekonomisiyle, kültürüyle, demografik yapısıyla gözler önüne seren haritaların dilini çözerek, geçmişe ait ipuçlarını bugünkü kullanıcısına iletmeyi amaçladık.
Veri tabanını oluştururken üç tip veriden faydalanılmıştır. Bu veriler Goad Haritaları, yazılı kaynaklardan elde edilen veriler, ve Basmane-Kemeraltı-Alsancak Liman bölgesinde yaptığımız alan araştırması sonucu elde edilen verilerdir. Bu verilerin Goad veri tablolarına aktarılmasının ardından, diğer verilerin Goad haritaları üzerindeki verilerle ilişkilendirilmeleri sağlanmıştır. Böylece yapı ve yollarla ilgili analiz yapmak mümkün hale gelmiştir. Veri tabanı yollar ve yapılar olmak üzere iki katmandan oluşmaktadır. Yollar katmanında yolun Goad haritasında geçen adı ve yolun Türkçe okunuşu bulunmaktadır. Yol katmanından sonra yapı katmanı veri tablosu oluşturulmuştur. Yollar Tablo1’de, yapı katmanına ait bilgiler ise tablo 2’de gösterilmiştir. Tablo 3’de de yapı katmanında yapının bulunduğu bölgenin adı, yapının paftadaki pafta ve ada numaraları, tesis türü, tesis adı, yapı cinsi ve durumu bulunmaktadır.
Modernleşmeyle beraber şehirler geleneksel dokusunu yavaş yavaş kaybetmeye başlamışlardır. Ahşap cinsi yapılaşma yerini hızla taş veya tuğla cinsi yapılaşmaya bırakmıştır. Özellikle yolları genişletme ve yeni yollar açma çalışmalarının etkisiyle birçok ibadethane, han ve hamam yıkılmış, çıkmaz sokaklar kaybolmaya başlamıştır. Yaşanan hızlı değişimin planlanamaması nedeniyle yeni yapılaşmada birçok eski yapı ya yıkılmış ya da nitelik değiştirmiştir. Büyük değişimlerin yaşandığı 1900’lü yılların İzmir’inin, ekonomi, kültür, eğitim ve sosyal yaşamını anlamada haritalar eşsiz kaynak niteliğindedirler. Özellikle büyük ölçekli olarak üretilen ilk harita konumundaki Goad haritalarından yararlanarak şehrin kimliğindeki hızlı değişim rahatlıkla gözlemlenebilir. Tarihi yapıların ne kadarının korunduğu, ne kadarının hangi temel sebeplerle korunamadığı ve değişime uğrayan yapıların ne tür bir değişim yaşadığı çok büyük bir öneme sahiptir. Bu noktada Goad haritaları gibi tarihi ve envanter bakımından zengin içeriğe sahip haritalar, geçmişten günümüze değişimi belirlemede ve geleceğe dönük planlamalarda önemli katkılar sağlayacak niteliktedirler. Bugünü planlarken geçmişe bakmamıza olanak sağlayan ve bize şehrin yönelimleri ile ilgili çok önemli ipuçları veren tarihi haritalar, bu alanda yapılacak çalışmalar için eşsiz değere sahiptir. Yapılacak yeni çalışmalarla, bizim oluşturduğumuz tablolara yeni sütunlar eklenerek yapının bugünkü durumu, günümüze ulaşabildiyse niteliğinin değişip değişmediği, yol adlarının kaçının değişmeden günümüze ulaştığı, değiştiyse bunun ne şekilde gerçekleştiği gibi ek veriler oluşturmak mümkündür. Ayrıca bu veriler coğrafya bilgi sistemlerine aktarılabilir ya da 1925 yılına ait haritaların analizleri yapılarak, karşılaştırma yoluyla 1905-1925 arasında yaşanan değişim saptanabilir.
TAKEV Anadolu ve Fen Lisesi “3000 Yıllık Cam Sanatının İzmir’deki Temsilcisi: Nazar Boncuğu”
Projemiz 2016-2017 Eğitim Öğretim Yılında ,Takev Anadolu Lisesi,10. Sınıf öğrencilerinden Fatma Deniz Genç ve Zeynep Koyuncuoğlu tarafından 6 aylık bir çalışma sürecinde gerçekleştirilmiştir. Projede öğrencilerimiz Tarih Öğretmeni Proje Danışmanı Pınar Sözer Tonga ve Takev Lisesi Proje Koordinatörü Ayşegül Terzi Metin tarafından desteklenmiştir. Öğrencilerimiz proje konusu olarak “Somut Olmayan Kültürel Miras Unsuru Nazar Boncuğu’nun” tarih yolculuğunu şeçmişlerdir. Bu çalışmada alan araştırmasının, kaynak kişilerle sözlü tarih görüşmesinin, literatür taramasının nasıl yapılacağını öğrenmişlerdir. Konuyu İzmir özelinde inceleyerek özgün bir proje meydana getiren öğrencilerimiz, bocuk ocaklarında ustaları ziyaret ederek boncuk yapımını deneyerek öğrenmeye çalışmışlardır.
Projemiz 48. TÜBİTAK Liseler Arası Bilimsel Proje Yarışması Tarih dalında Ege Bölge ikinciliği ile ödüllendirilmiştir. Öğrencilerimiz araştırma sürecinde konunun önemini Şu şekilde vurgulamıştır: “Nazar Boncuğunun geleneksel üretimini koruduğumuzda, Türk Kültürel Kimliğini,100 yıllık el sanatımızı,3000 yıllık dünya kültür mirasını, turizm ekonomimizi, geleceğimizi korumuş oluruz”. Bu temel bilgilerin yer aldığı bir el broşürü tasarlayarak TÜBİTAK Bölge sergisini gezen öğrenci ve öğretmenlere dağıtmışlardır.
Projeyi yapan öğrencilerimiz yaptıkları çalışmaları okuldaki diğer öğrencilerle paylaşmak ve konu ile ilgili okulumuzda farkındalık yaratmak için bir fotoğraf sergisi ve halk bilim uzmanı semineri gerçekleştirmişler, böylece çalışmanın içeriği ile ilgili 534 öğrencimiz bilgilendirilmiştir. Projemizi tanıtan amaç, kapsam, kullandığımız yöntemler, proje özetimiz aşağıda belirtilmiştir.
Amaç ve Kapsam:
Fabrikasyon ve Çin malı boncuk üretiminin artması, hammadde sıkıntısı nedeniyle Nazar Boncuğu(göz boncuğu) ’nun 100 yıllık geleneksel yöntemiyle yapımı, kaybolma tehlikesi altındadır. Bu problem nedeniyle kültürel mirasımız nazar boncuğu üzerine bir araştırma yapılması düşünülmüştür. Projemiz; İzmir’in kent sembollerinden, uluslararası alanda da Türkiye’nin sembollerinden olan nazar boncuğunun tarihi ve kültürel değerleriyle ön plana çıkarılmasını ele almıştır. İzmir’de yaratılıp sınırlı bir alanda sürdürülüp, yayılım göstermemesinin nedenlerini açıklamaktadır. Nazar boncuğunun sahip olduğu bilgi birikimi ve ustalığı sahiplenerek gelecek kuşaklara aktarmanın önemini vurgulamak temel amacımızdır. Öncelikle, nazar inancının yarattığı cam boncuğun tarihsel kökeni ele alınmıştır. Bugünkü formuyla gözlü nazar boncuğu yapımı ülkemiz Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından “somut olmayan kültürel miras unsuru” olarak tespit edilerek ulusal envantere kaydedilmiştir. UNESCO‘nun “İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası” listesine girmesini desteklemek amacıyla konuya dikkat çekerek farkındalık yaratmaktadır.
Yöntem:
Literatür taraması sonucunda ulaşılan konu ile ilgili kitap makale ve tezler incelenmiştir. İzmir Turizm İl Müdürlüğü Eğitim Araştırma Şubesi, İzmir Büyük Şehir Belediyesi Etüt ve Projeler Daire Başkanlığı Tarihsel Çevre ve Kültür Varlıkları Şube Müdürlüğü, Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü, Dokuz Eylül Üniversitesi Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı, yetkilileriyle görüşülüp konuyla ilgili bilgi alınmıştır. Fikret Türkmen Kütüphanesi, Ege Üniversitesi Kütüphanesi, Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi, İzmir Etnoğrafya ve Arkeoloji Müzesi ziyaret edilmiştir. Bu bilgiler doğrultusunda hazırlanmış kaynak kişi listesi ile yapılandırılmış(4 boncuk ustası,1 boncukçu, 2 boncuk toptancısı, 2 akademisyen ile) ve yarı yapılandırılmış(2 boncuk ustası, 1 akademisyen ile) görüşmeler yapılmıştır. Konak Kemeraltı Çarşısı Arap Hanı, Menderes Görece Köyü, Kemalpaşa Kurudere Köyü’nde alan araştırması yapılmıştır. Menderes Görece’de 2, Kemalpaşa Kurudere’de 2 boncuk ocağı ziyaret edilerek, katılımcı gözlem yöntemi kullanılıp boncuk yapımı denenmiştir. Görüşmeler kamera ve fotoğraf makinesiyle kayıt altına alınırken, döküman incelemesi, biçimsel ve içerik analizi yapılmıştır. Öğrencileri konuyla ilgili bilgilendirmek amacıyla bir halk bilim uzmanıyla iletişime geçilerek Okulumuzda “İzmir’in Somut Olmayan Kültürel Mirası ve Nazar Boncuğu” konulu seminer verilmesi sağlanmıştır. Yaptığımız çalışmalar okulda açılan “Nazar Boncuğu” fotoğraf sergisiyle öğrencilere tanıtılmıştır.
Proje Özeti:
Nazar Boncuğu; Nazara karşı korunma amacıyla kullanılan, ortasında göz şeklinde bir figür bulunan, camın odun ateşinde el aletleriyle şekillendirildiği, bir el sanatıdır. İzmir’den somut olmayan kültürel miras unsuru olarak ulusal envantere kaydedilmiştir. Projemiz, nazar boncuğunun sahip olduğu kültürel değer ve bilgi birikimini ortaya çıkartıp koruyarak bu ustalığın gelecek kuşaklara aktarılmasının önemini vurgulamaktadır, Anadolu’nun binlerce yıllık tarihinden gelen çeşitli uygarlıkların kültür mirasıyla, kendi öz değerlerimiz birleşerek yeni bir formla bugün kullandığımız nazar boncuğu oluşmuştur. Tarihsel süreç incelendiğinde, boncuk üretiminin ortaya çıktığı Doğu Akdeniz’de 3000 yıllık bir geçmişi olduğu görülmüştür. Anadolu’da en eski cam örnekleri de boncuklardan oluşmakta olup Boğazköy kazısında bulunan M.Ö. 1700’e ait cam boncuk en eski buluntudur. Nazar inancının kökeni ise Neolitik çağa kadar uzandığı için nazar boncuğu çok köklü ve evrensel bir geleneğin temsilcisidir. Kökleri Şamanizme uzanan inanç, uygulama ve sözlü kültür unsurlarının özelleştiği bir nesnedir. İçinde barındırdığı usta çırak ilişkisi, teknik bilgiler, Türk inanç yapısı, ekonomik değer, geleneksel değer, ile nazar boncuğu büyük bir temsil gücüne sahiptir. Bu özellikleriyle simge haline gelerek, ülke içinde İzmir’i yurtdışında da Türkiye’yi temsil etmektedir.
Bu sanat, I.Dünya Savaşı sonlarında, Arap asıllı Abdülazim Özboncuk tarafından Mısır’dan İzmir’e getirilmiştir. Saraç adı verilen ilk nazar boncukları Kemeraltı Arap Hanı’nda yapılan, hayvanlara takılan, ortası delik düz mavi boncuklardı. Boncuğa göz konulmasıyla, insanlara takılmaya başlanmıştır. Bulgular, gözlü boncuğun Menderes Görece’de ortaya çıktığını sonra Kemalpaşa Kurudere’ye geçtiğini göstermektedir. Elverişli coğrafi, ekonomik, şartlar nedeniyle İzmir’de kalmış. Hammadde, pazar, sağlık koşulları nedeniyle farklı bölgelere yayılamamıştır. Nitel araştırma yöntemlerine dayanan projemiz kapsamında, nazar boncuğu konulu bir seminer düzenlenip, fotoğraf sergisi açılarak konuya yönelik farkındalık yaratılmıştır.
Özel Piri Reis Okulları “Tarihi ve Kültürel Miras : TİRE”
Kentin tarihsel ve kültürel birikiminin yarının büyükleri olacak bugünün küçüklerine aktarılması kültürel miras bilincinin yaratılmasında ve bu yolla kente aidiyet duygusunun oluşturulmasında önemli katkılar sağlamaktadır. Yaşadıkları kenti yakından tanımaları için öğrencilerimizin merak ve ilgilerini uyandırmak istedik. Ayrıca uygulanan “yerel tarih” çalışmasıyla derslerde işlenilen konular daha fazla işlerlik kazandı. Yerel tarih çalışmaları öğrencilerin önce yakınındakileri bilmesi ve sonra bunları genele yaymasında kolaylık sağladığından İzmir’in ilçelerinden biri olan Tire’nin tarihi ve kültürel değerleri üzerine çalışma gerçekleştirdik. Tire ilçesi Batı Anadolu’nun kültürel miras yönünden en zengin yerlerinden biridir. Tarih boyunca çeşitli medeniyetlere beşiklik yapan ilçede bugün bile hala o zenginliği görmek mümkündür.
Günümüzde Tarih ve Sosyal Bilgiler öğretiminin karşılaştığı temel problem öğrenciyi doğrudan ezber tehlikesiyle karşı karşıya bırakmasıdır. Bu sorunun çözümüne yönelik bir öneri ortaya koymak amacıyla bu projemizi hayata geçirdik. Öğrenmenin sadece sınıf ortamında olmadığı, yaşam boyu kesintisiz devam eden bir süreç olduğu bilinci ve öğrencilerin öğretim sürecine olabildiğince çok duyu organıyla dâhil edilmesi gerekliliğinden yola çıktık.
Özel Havajet Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi “Su Gibi Aziz Olasın İzmir”
Tarih boyunca farklı medeniyetlere ev sahipliği yapan güzel İzmir, eşine az rastlanır zenginlikte bir tarihi birikime ve kültürel çeşitliliğe sahiptir. Bugün İzmir’in yaşayan bir şehir oluşu tam da bu sebeptendir. Yaşayan İzmir’de yaşamak, gerçek manada bu şehri tanımak ve anlatmaktan geçer. Özel Havajet Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi olarak ilk defa 2014-2015 Eğitim- Öğretim yılı içerisinde Tarih dersi kapsamında” Havajet Yaşayan İzmir’de” adlı çalışmamızla hem bu şehri anlamayı hem de anlatmayı ilke edindik. Bu sayede İzmir’in çeşitli tarihi alanlarına dokunarak başka ellerin de dokunması açısından farkındalık yarattık. Yaşayan İzmir’de layıkıyla yaşamak, bu şehre sahip çıkmaktır. Bu bilinç doğrultusunda Tarih dersi kapsamında 2016-2017 Eğitim Öğretim yılı içerisinde 9. ve 10. sınıf öğrencilerinden oluşturduğumuz bir grup öğrenci ile kararlı bir şekilde yaşadığımız şehri içselleştirmek için adım adım bu güzel şehri dolaştık. Dolaşırken her adımda farklı medeniyetlerden bugünlere gelen tarihi yapılarla karşılaştık. Bu yapıların her biri ayrı ayrı araştırma konusu zira bütün olarak bakıldığında şehir, dev bir açık hava müzesi. Öğrencilerimle birlikte bu kez insanoğlunun yaşamında bir nefes kadar öneme sahip olan su kültürünün Yaşayan İzmirdeki yeri ve önemini geçmişin izini sürerek anlamaya çalıştık. Bilindiği üzere; Türk kültürünün temel miraslarından birisini “su kültürü” oluşturmaktadır. Türkler, gerek sözlü gerekse yazılı kaynaklarında suya önemli bir kutsiyet atfetmişler, büyük değer vermişler ve bu değeri günümüze kadar devam ettirmişlerdir. Suya saygı göstermişler, onu aziz bilmiş, onun hayat için ne kadar gerekli olduğunun farkında olmuş bir medeniyet kurmuşlardır. Bizler de geçmişi hatırlayarak geleceğe ışık tutmak amacıyla İzmir’in Konak ilçesine bağlı; Basmane, Ballıkuyu, Agora ve Kemeraltı bölgelerinde bulunan tarihi su yapılarını (Sokak çeşmeleri, şadırvan ve sebiller) bir miras olarak görmek, bu mirası korumak ve yaşadığımız şehirde bir kişi olsa dahi tarihi yapılara saygı duyulma farkındalığı kazandırmak için heyecan ve arzu ile bu değerli projeyle tarihi yolculuğumuza başladık. Öğrencilerim ve ben, bu yolculuğun her durağında keşfetmenin mutluluğunu yaşayan kâşifler gibi meraklı bir ruhla çeşitli kaynaklardan araştırmalar yaparak yerinde gördüğümüz bu yapılar hakkında bilgiler edindik. Bu proje sayesinde; öğrencilerimiz kendilerinde var olan tarih bilincini yeniden sorgulama fırsatı bularak tarihi yapılara değer verilmesinin en az kendilerine verilmesini istedikleri değer kadar olması gerektiğini kavradılar. Projeden öncesi ve projeden sonrası karşılaştırıldığında öğrencilerimizde tarih bilincinin olumlu yönde yeniden yapılandırıldığını görüyoruz. İşte; bu projeyle bir elin nesi var iki elin sesi var atasözünde olduğu gibi tüm İzmirlilere dokunmak istiyoruz.
Sevgi, emekmiş. Emek ise; vazgeçmeyecek kadar sevmekmiş. İzmir’i vazgeçilmeyecek kadar sevmek demek; her bir adımda geçmişten geleceğe kalan tüm eserleriyle sevmek demektir. Yaşayan İzmir’i sevgiyle yaşamanız ve yaşatmanız dileğiyle…
Nur Birlik
Özel Havajet Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Tarih Öğretmeni
Saadet Emir Ortaokulu “Puzzle’ım İzmir : Buca Tarihi ve Tarihi Mekanları”
Öğrencilerimizin doğup büyüdüğü şehrin, özellikle yaşadıkları Buca ilçesinin tarihi mekanlarını görüp öğrenmelerini sağlamak. Bu amaçla Sosyal Bilgiler derslerinde aşağıda eklediğimiz bilgiler ve fotoğraflar yardımıyla ön çalışma olarak bilgilendirmeler yapılmıştır. 5. Sınıf öğrencilerimizden gönüllü olan öğrenciler seçilip, çalışma alanlarımızın görselleri dağıtılmıştır. Öğrencilerimize seçme özgürlüğü tanıyarak onlara en ilginç gelen tarihi mekânın resim, hikâye, şiir ya da atık malzemeler kullanılarak maketlerinin yapılması istenmiştir.
Ortaya çıkan ürünler biz öğretmenleri ve okulda sergilediğimizde tüm öğrencilerimizi oldukça fazla heyecanlandırmıştır. Gerçekten biz büyüklerin bakış açısı ile çocukların tarihe bakış açısı oldukça farklı…
Şunu gördük ki, Buca’nın kültürel değerlerini kendi bakış açılarıyla imkânları ölçüsünde kendi malzeme ve yorumlarıyla resimler yapıp, şiirler yazdılar, hatta dondurma çubukları, ambalaj atıkları, karton ve kutularıyla tüm okula Buca’nın tarihi mekânlarını yaptıkları maketleriyle yaratıcı bir şekilde tanıttılar.
Böylece yaparak yaşayarak öğrendikleri tarihi mekânları okul koridorlarımızda dönem boyunca sergileyip kendilerinden büyük abi ve ablalarına da keyifle anlatıp tarihi mekânları içselleştirip eserleriyle gurur duydular.
Öğrencilerimizin yaşadıkları, her zaman önlerinden geçtiği iç içe oldukları ama farkına varmadıkları Buca’nın tarihi mekânlarının farkına varmalarını sağlamak istedik. Öğrencilerimizin bu tarihi mekanların ne zaman yapıldığını, ne için kullanıldığı bilmediği gibi günümüze kadar gelen bu mekanların hangi dönemlere ait olduğu hatta bu topraklarını binlerce yıllık geçmişiyle tarihsel bağlarını kuramadıklarını gözlemledik.
Günümüzde yeni yapılan yapılarla arasındaki farkı anlayamadıkları hatta merak bile etmediklerini üzülerek gözlemledik. İşte bu proje ile tarihsel bir bakış açısı kazandırıp bu mekânları öğrencilerimize öğretmek ve tarihi yaparak yaşatarak uygulamalı çalışmalarla kalıcı hale getirmek böylece farkındalık yaratmak hedefleyerek projemizi çalışmaya başladık. Böylece yaşamları boyunca tarih bilinci kazanmış bireyler yetiştirmeyi hedefledik.
İzmir 8500 yıllık tarihi ile çok eski bir Puzzle. Bu puzzlenin parçalarını birleştirmek bunu yaparken her parçanın farklılığını görmek, biz ve projemizde çalışan öğrencilerimiz için çok heyecan vericiydi.
Farklı parçaları birleştirerek bir bütün oluşturmak… Öğrencilerimize çok boyutlu tarihi mekânları görme bilinci kazandırmayı ve kentlerini tanıyan tanıdıkça sahip çıkan gençler yetiştirmeyi amaç edindik.
360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği “Kybele Teknesi”
Proje Çizimi: Gemi Mühendisleri Odası İzmir Şubesi
Tekne Planlarının Denetimi: Türk Loydu Vakfı
Tekne Yapım Ustaları: Dursun KAYIK, Rüstem BAKAN, Osman ERKURT
Arkeologlar, tarihçiler, denizciler, mühendisler, tekne ustaları ve deniz gönüllülerinden oluşan 2004 yılında İzmir-Urla’da kurulan 360 DERECE TARİH ARAŞTIRMALARI DERNEĞİ, ülkemizin zengin tarihini dünyaya tanıtmak amacıyla deniz tarihi ve deniz arkeolojisiyle ilgili araştırmalar yapmaktadır. Bu araştırmalarda ortaya çıkan sonuçlar ile yeniden canlandırma projeleri, belgesel film, sergi, yayın, panel, konferans gibi etkinlikler gerçekleştirmektedir. Üretimler ağırlıklı olarak, Urla İskelede tekne tersanesinde sürdürülmektedir. Dernek; 2004 yılından itibaren süren çalışmaları ile ulusal ve uluslararası boyutta on dört projeye imza atmış ve yaşama geçirmiştir.
Proje aşaması süren ve hazırlanmakta olan on bir çalışma dernek faaliyetleri arasındadır. MÖ. 600’lü yıllarda Batı Anadolu’da yer alan 12 İon Kenti’nden biri de Phokaia’dır. Phokaialılar Akdeniz’de birçok koloni
kurmuştur. Phokaialar sadece koloni kurmakla kalmamışlar, her türlü bilgi ve kültürlerini de Akdeniz’e, yani bugünkü Avrupa’ya taşımışlardır. Bu kolonilerden en önemlisi Marsilya’dır. Foça-Marsilya Tarihe Yolculuk Projesi İçin Üretilen KYBELE TEKNESİ Projesi ile Akdeniz’in tarihsel ve günümüze kadar gelmiş ilişkilerinde MÖ 6.yüzyılda Phokaia’daki deniz ticaretinin etkisini tekrar anlatmak, belgelemek projenin temel amacıdır. Ayrıca bu proje kapsamında da derneğin tüm projelerinde olduğu gibi Anadolu Uygarlıklarını tanıtmak ve gündeme getirmek, tarihle barışık bir toplum olmayı hedeflemek temel bir ilkedir.
Antik Dönem Yük taşımacılığı
Doğu Akdeniz ve Ege’de var olduğunu arkeolojik kayıtlardan öğrendiğimiz yoğun deniz ticareti ve gemi taşımacılığı bu proje özelinde yapılan bilimsel araştırmanın önemli bir parçasıdır. Taşınan gıda maddelerinin, diğer yüklerin, kumaşların vs. açık güvertesiz, yük gemileri ile taşındığı kayıtlardan anlaşılmaktadır. Özellikle kurutulmuş gıda maddelerinin ve diğer malların sıcak ve çalkantılı Ege ve Akdeniz’de, bir ya da iki aylık bir süre içinde nasıl bir değişim gösterdiği araştırma konusu olmuştur. Nisan 2007 tarihinde Bireme Gemisi’nin yapımına başlanmıştır. Bu süreçte 360 Derece TAD gönüllüleri ve tekne yapım ustaları; Gemi Mühendisleri Odası İzmir Şubesi ve Türk Loydu‘nun denetiminde çalışmışlardır. Kybele adı verilen gemi 2008 yılında bitirilmiş, denize indirilmiştir. 2009 yılı haziran ayında yola çıkılmış ve 64 günde 1700 deniz mili yol yaparak Marsilya Limanı’na varmıştır. Proje uluslararası platformlarda ve sempozyumlarda sunulmuştur ve sunulmaktadır. Bu yolla arkeolojik ve tarihi değerlere yeni bir boyut getirilmesi ve başka proje gruplarının oluşması için zemin hazırlamak hedeflenmiştir. Projenin amaçları şöyle sıralanabilmektedir:
Bilimsel Amacı
Bilimsel amacı, antik dönem denizcilik bilgilerinin Foça’dan Marsilya’ya 1700 deniz mili olan bu yolculuk boyunca denemesi ve sonuçlarının bilim adamlarının danışmanlığında, bilimsel formatta, ilgili üniversiteler ile birlikte sempozyumlarda sunulmasıdır.
Kültürel Amacı
6. Kıta Akdeniz’in ve Ortak Akdeniz Kültürünün oluşumunun, bu proje ile bir daha gündeme taşınması için paneller, konferanslar ve bir belgesel filmin hazırlanmasıdır.
Tanıtım Amacı
Türkiye’nin gerek Fransa gerekse diğer Akdeniz ülkeleri ile ilişkilerinde derin tarih ve ortak kültür izleri vardır. Bu izlerin zedelenmemesi, ilerletilmesi ve gerçek yerine oturması, günümüz politikalarına dayanan olumsuz etkilerden arındırılması ve gelecek nesillere aktarılmasıdır.
Yöntem
Geminin Seçilmesi ve İmalatı
Projenin ana fikrini oluşturan koloni hareketi, hem savaş hem de kargo gemilerinin oluşturduğu olasılıkla büyük bir filo ile gerçekleşmiştir. Bu filonun en önemlisinin ikonografide yük gemisi olarak geçen tahmini boyu 15 metre olan ve 30 ton taşıma kapasiteli olan gemi olduğu düşünülmüştür. Savaş Gemisi olan, taşıma kapasitesi çok düşük Bireme Gemisi ile ilgili ikonografik bilgilerin zenginliği ile yük gemilerinden büyük bir filo oluşturulmuş, bu filonun koruyucusu olarak da dönemin savaş gemileri kullanılmıştır. (Pentakonterler, Biremeler) Gemiler teknik açıdan karşılaştırıldığında, 1700 deniz milini kapsayan Akdeniz’in en zor geçiş yerlerinden Matapan Burnu ve Adriyatik’i barındıran antik rotada yük gemisinin daha denizci, dayanıklı, savaş gemisi olan Bireme’nin ise (ki bu Pentakonter de olabilir) daha kırılgan, nazik, dalgalara karşı dayanıksız olduğu düşünülmüştür. Pentakonter’ lerle ilgili net ikonografik bilgilerin bulunmaması, Bireme Gemisi’ni bu proje için seçmemizde etken olmuştur. Bu görüşümüzü destekleyeceğini zannettiğimiz bir proje Yunanistan’da yapılmaktadır. NAVDOMOS (Institute for Research on Ancient Naval Architecture and Technology) adlı kuruluşun bir projesi olan ‘’Research Reconstruction Project of Pentikontoros Living the Myth’’ Volos’da yapılmaktadır. Koloni göçünün bir askeri harekâttan çok, sivil bir kültür göçü olduğu varsayılmaktadır. Demirciler, dokumacılar, şarap imalatçıları, seramikçiler, çiftçiler ve daha birçok üretici, üretim aletlerini, araç ve gereçlerini, ailelerini bir daha dönmemek üzere gemilere yüklemişler, önce Ege Denizi’ ne, daha sonra Akdeniz’e ve Karadeniz’e zor deniz koşullarına bakmadan açılmışlardır. Elbette ki deniz yolu ile yapıldığı kesin olan bu kadar büyük sivil insan göçünün sadece Pentakonter’lerle yapılması mümkün gözükmemektedir. Projenin ana temasını da bu büyük kültür göçü oluşturmaktadır. 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği’nin diğer bir çabası da, antik rotaların ve antik dönem navigasyon yöntemlerinin araştırılmasıdır.
Geminin Yapımı
Antik dönem formlarına tamamen sadık kalınarak, gemi mühendisleri ve tipoloji uzmanlarının da fikirleri alınarak imal edilmiştir. Ancak; antik gemi yapım usullerine projenin bir kültür projesi olma özelliğinden dolayı, teknik açıdan denizde temel sorun çıkarabilecek, zaten tartışmalı ve netlik kazanmamış antik yapım tekniklerinin kullanılmasından kaçınılmıştır. Bu konuda can emniyeti bilimsel amacın önünde tutulmuştur. 19 metre boyunda 4 metre eninde 20 kürekli ve kare yelkenli olan bu gemiye ‘’Kybele’’ adı verilmiştir.
Ana Yürütücü Güç; Yelkenler
İmalatta karşılaşılan problemin aksine, yelken sisteminde dönem bilgilerine tamamen uyulmuştur. Yelken kullanımı kürekle desteklenerek bu kombinasyon araştırılmıştır. Çift serenli, makarası olamayan bir Mısır Yelkeni ile (Uluburun II Gemisi) yaz ve kış aylarında 3000 deniz mili yaparak Çanakkale Boğazı’nı 4, İstanbul Boğazı’nı 1 kere geçerek ve deneysel arkeolojinin tüm kurallarına uyarak araştırma yapmış olan 360 Derece TAD, bu sefer alt sereni ve makarası olmayan, kullanımı başka değişkenlere bağlı olan bu yelken sistemini 1700 deniz mili kullanarak, bu konudaki deneyimlerini bilimsel raporlar halinde, film ve fotoğraflarla destekleyerek sunmuştur.
Kürekler
Koloni hareketine katıldığı var sayılan Pentakonter ve Bireme’lerin gerek imalatı gerekse kürek ile sevk ve idare edilmesi özellikle Yunanlı meslektaşlar tarafından başka projelerde çalışılmıştır. Dolayısı ile onların da bu konudaki görüşlerinden ve danışmanlıklarından faydalanarak bilimsel araştırmalar geliştirilmiştir. Küreklerle rüzgâra karşı yelkeni desteklemek ve rüzgârsız havada kürek performansı sürekli olarak araştırma konuları arasındadır. Ancak bütün bu bilinenlerin kısa mesafeli deniz seferleri için geçerli olduğu da bilinmektedir. 64 gün süren, 1700 deniz mili olan bu yolculuk uzun bir deniz seferidir. Bu kadar uzun mesafeli yolculuklarda daha çok yelken ile yol yapıldığı görülmüştür ve kürekleri manevra ve yelkeni rüzgâra elverişli hale getirmek önemsenmiştir.
Antik Koloni Rotaları ve Navigasyon
Antik koloni rotaları ve navigasyona ilişkin genel arkeolojik bilgilerin çoğu deneysellik taşımamaktadır. Antik bilgileri, oşinograflara, meteoroloji uzmanlarına, uzak yol denizcilerine, özellikle sorunlu bölgelerdeki yerel denizcilere (balıkçılar) danışarak sınanması gerekir. Bu bilgiler ışığında yolculuk planlanmış ve döneme ait olan göksel seyir bilgileri ve bunların ölçüm değerleri, Uluburun II Re-animasyon Projesinde olduğu gibi bu yolculukta da kullanılmıştır. Özellikle kıyı seyrinin çok oluşu sanılanın aksine bu yolculuğu riskli hale getirmiştir. Değişik rüzgâr açıları, antik dönem genel kıyı bilgileri, dönemin olduğu var sayılan antik limanlara yaklaşma, yanaşma ve ayrılma manevralarının denenmesi projenin önemli amaçlarıdır. Kıyı seyrinin ağırlıkta olduğu bu yolculukta, en önemli konulardan birini gece seyri ve demirleme işlemi oluşturmuştur. Gece seyri her dönemde ve daha ziyade bir zorunluluk nedeni ile karşımıza çıkar. Bu konudaki tez ve karşı tezlerimizin oluşumunda bu yolculuk çok bilgi verici olmuştur.
ÖDÜL KOMİTESİ ÜYELERİ
- Başak İPEKOĞLU – Prof. Dr., İ.Y.T.E. Mimarlık Fakültesi, Mimari Restorasyon Bölümü Öğretim Üyesi, Bölüm
- Başkanı
- Emel GÖKSU – Prof. Dr., D.E.Ü. Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, Bölge Planlama Anabilim Dalı E. Öğretim Üyesi
- Eti AKYÜZ LEVİ – Prof. Dr., D.E.Ü. Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi
- Emel KAYIN – Doç. Dr., D.E.Ü. Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi
- Ulvi ÖZEL – İzmir 1 No’lu Kül. Var. Kor. Bölge Kur. Müdürü
- Osman ARSLAN – İzmir 2 No’lu Kül. Var. Kor. Bölge Kur. Müdürü
- Halil İbrahim ALPASLAN – Mimarlar Odası İzmir Şubesi Başkanı
- Özlem ŞENYOL KOCAER – Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesi Başkanı
DANIŞMA KURULU ÜYELERİ
- Aziz KOCAOĞLU – İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı
- Buğra GÖKÇE – Dr., – İBB Genel Sekreteri
- Hülya ARKON – İBB Etüt ve Projeler Dairesi Başkanı
- H. Gökhan KUTLU – Dr., – İBB Tarihsel Çevre ve Kültür Varlıkları Şube Müdürü
SEÇİCİ KURUL BAŞKANI
- Dr. Zeynep AHUNBAY (Mimar, Restorasyon Uzmanı) İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi
ASİL SEÇİCİ KURUL ÜYELERİ
- Dr. Filiz YENİŞEHİRLİOĞLU (Sanat Tarihçisi) Koç Üniversitesi İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi
- Doç. Dr. Süleyman ÖZGEN (Mimar, Restorasyon Uzmanı) Karadeniz Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi / Restorasyon Anabilim Dalı Başkanı
- Doç. Dr. Serdar AYBEK (Arkeolog) Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
- Doç. Dr. Semahat ÖZDEMİR (Şehir Plancısı) İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim Üyesi
- Doç. Dr. Tolga ÜNLÜ (Şehir Plancısı) Mersin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim Üyesi
- Fırat AYKAÇ (Serbest Mimar)
YEDEK SEÇİCİ KURUL ÜYELERİ
- Doç. Dr. Şebnem YÜCEL (Mimar)Yaşar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi
- Gözde EKŞİOĞLU ÇETİNTAHRA (Şehir Plancısı) Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakltesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim Elemanı
- Burak YOLAÇAN (Arkeoloji) Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü Araştırma Görevlisi
- Dilek Yeliz MAKTAL CANKO (Sannat Tarihi) Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü Araştırma Görevlisi
RAPORTÖRLER
- Ayşegül GÜNGÖREN (Arkeolog & Uzm. Sanat Tarihçisi)
- Mehmet YASA (Restoratör)