Nilgün Hanım bu konutu 2014 yılında satın alıyor. Kendi deyimi ile bir mabet gibi kendi ailesinin anılarını yaşatacak, sevdiği dostlarıyla bir araya gelecek bir mekân haline getiriyor. Ev, ailenin pek çok mobilya ve aksesuarıyla tam da kullanıldığı şekilde ve günümüzde de kullanılabilecek biçimde düzenlenmiş. Aynı düzen içerisinde onunla uyumlu biçimde Nilgün Hanım’ın ürettiği heykel eserlere de yer verilmiş. Ortaya mekânla tefrişatın uyum içinde olduğu, ona yeniden nefes olan bu mekân ortaya çıkmış.
Nilgün Hanım bu evi aldıktan sonra aynı yıl tescil edilmesini sağlıyor. Kültür mirasının özgün özellikleriyle korunarak yaşatılması gerektiğine yönelik bakış açısı; çocukluk dönemlerine kadar uzanıyor. Ailesi, Küçükyalı’da buradaki konuta benzer mütevazı büyüklükte iki katlı cumbalı bir konutta kiracı olarak yaşıyormuş. Evin sahibinin konutu satma kararı ile anneanne ve dede bu evden ayrılmış. Nilgün Hanım’ın anne ve babasının evlendiği bu ev; kendi çocukluğuna ait anılarla bezeliymiş. Balkan Savaşı sürecinde Piriştine’den gelip İzmir’i yurt edinen anneanne ve dedenin oturduğu ev satılınca ve yerine apartman yapılınca geçmişteki yaşam kültürünün kesintiye uğramış olması Nilgün Hanım’ın yaşamında önemli bir dönüşüme neden olmuş. O günlere duyulan özlem, uzun yıllar böyle bir mekân hayalini tetiklemiş. Koşullar uygun olduğu anda bu konutu satın alarak Küçükyalı’daki evde kullanılan eşyaları, fotoğraf ve objeleri ile bir aile anı evi oluşturmuş. Her bir obje için ayrı ayrı envanter de hazırlamış Nilgün Hanım. İçeriğinde 19. yüzyıl sonlarında üretilmiş kurmalı sarkaçlı saatten, pikaba; döşemesine kadar özgün misafir koltuklarından, aslan ayaklı masaya kadar pek çok eser araştırılıp katalog haline getirilmiş durumda. Nilgün Hanım; ana eğitimi tıp doktorluğu dışında, doktorluğun yorucu temposunda kendini rehabilite etmek için önceleri hobi olarak başladığı cam ve seramik heykel çalışmalarını sonrasında esas uğraşı haline getirmiş. Bu sanatın kökenlerine yönelik araştırma ve öğrenme isteği ile başlayan, koruma kültürünü de içinde barındıran arkeoloji, ardından sanat tarihi lisans eğitiminin, konutun özgün özelliklerine yönelik bilgisini, bakışını ve onu nasıl yaşatacağına yönelik faaliyetlerini de beslediği aşikâr. Alsancak Garı’nın ana cephesine bakan caddenin bir arka sokağında yer alan ve bitişiğindeki yapı ile ikiz olan bu konut; demir yolları ile ilişkili olabilecek görevlilerin lojmanı ya da kurum ziyaretçilerinin misafirhanesi işlevi ile inşa edilmiş olabileceğini düşündürtmektedir. Olasılıkla o yıllarda dokuda çok daha fazla sayıda bulunmaktaydı. Sokaktan giriş alan cumbalı, bodrum üzerinde iki katlı konutun ana girişi kapısı, birinci kata açılmakta. Buradaki giriş; kapının nişi ile birlikte merdiven sahanlığını oluşturmakta. Üst katta ise merdiven bitiminde yer alan minik bir dağılım mekânı, karşılıklı iki odaya ve sokağa bakan taraftaki odadan da cumbaya yöneliyor. Simetrik cephe düzeni planda da kendini gösterirken en fazla iki kişinin yaşamasına uygun konutun en üst katında yer alan Alsancak evlerine has terastan Alsancak Garı ve mevkii net olarak görülebiliyor. Nilgün Hanım’ın annesi ve babası avukat, ikisi de Devlet Demiryolları’nda çalışıyormuş. Alsancak demir yollarında tanışıp, aşık olup evlenmişler. Dolayısı ile Alsancak Garı onun çocukluğunun bahçesi gibiymiş. Öğlenci oldukları zaman buraya gelip okula kadar burada zaman geçirirlermiş. Nilgün Hanım bu evi sonradan da alsa, aslında tanıdığı bildiği belki de evi gibi alıştığı bir muhite yeniden gelmiş de diyebiliriz. Bu evde ailesinin nefesini hissettiğini dile getiriyor. Ayrıca bu evi aldıktan sonra kurumlarla iletişim kurarak bulunduğu sokağın temiz tutulması, bakımı gibi çabalarıyla bulunduğu ortama değer katıyor. Yapının özgün değerleri ile yaşaması için özel bir titizlik gösteriyor. Bodrum katta yer alan mutfak bölümünün özgün hale gelmesi için araştırmalar yapıyor.